91. YIL DÖNÜMÜNDE BÜYÜK TAARRUZUN HATIRLATTIKLARI [*]

1921 yılının Ocak ayı sonlarıydı. O zaman İstanbul’daki Erkânıharbiye Mektebi ikinci sınıf talebesiydik. Bugün rahmetli olmuş birçok orgeneral arkadaşlarla beraber derslere devam ederken, bir taraftan da, memleketin geleceği hakkında dertleşirdik. İngilizler, İstanbul’u işgal ettikleri zaman Harbiye’yi dağıtmışlar, fakat bizim okula dokunmamışlardı. Belki de içimizde birkaç şehzadenin talebe olarak bulunması da, bunda bir rol oynamaktaydı.

Ankara’da kurulan milli hükümet ve ordu, büyük bir subay sıkıntısı içindeydi. Bazı arkadaşlar gizlice yolunu bulup, okulu bırakarak Anadolu’ya geçmekteydiler. İşte bu sıralardadır ki, ben de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi imzasıyla mareşalden şu mektubu aldım:
“Memleket, vücut ve hizmetinizden faydalanmaya çok muhtaçken bugün için pek manasız bir şey olan mektebinizde bulunmanız sizi beyhude yere İstanbul’a bağlıyor. Düşününüz ki, millet silah başında istiklalini kazanmaya çalışırken, sizin İstanbul’da bu hizmete katılmaksızın geçen günleriniz, haysiyetinizi küçültücü, üzücü ve kendiliğinden bir esirliği kabul edişten başka bir şey değildir. Birçok sınıf arkadaşlarınız bu mes’uliyeti duyarak Anadolu’daki görevi başına koşmuştu. Vatanın kurtarılması gününde bu şerefli sonucun kahramanları arasında sizlerin de bulunmasını, Anadolu hükümeti kesinlikle arzu ediyor. Anadolu’daki arkadaşlarınızın üçüncü sınıfa geçmiş olanları erkânıharpliğe geçirildiler. Diğer yılların okurları da lüzum ve ihtiyaca göre zamanında erkânıharp yapılacaklardır. İstanbul’daki tahsiliniz ve bu suretle buradaki arkadaşlarınıza tahsil yılı yönünden üstünlüğünüz, Anadolu Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilmeyecektir. Anadolu’da yapılmış olan yükselmelerde esas olarak kabul edilen terfi zamanı ve çıkış tarihleri yönünden yükseltilmiş olan arkadaşlarınız arasında terfiiniz mahfuz olup 1921 Mart’ından sonra katılacakların terfi işleri de Mart’tan sonra çıkacak terfi listesine kalacak ve terfileri de bu listenin tasdikinden sonra mer’i olacaktır. Anadolu’da hizmet için koşmanızı bekleriz. Bu emir her subaya elden verilerek okutturulacaktır.”

Emir, 13 Ocak 1921 tarihini taşıyordu. M. M. Grubu tarafından ulaştırılmıştı. Ben de arkadaşlarımla görüşerek Garp cephesine katılmaya karar verdim. Rahmetli hocamız Asım Gündüz, o zaman bize: “Çocuklar, nereye gidiyorsunuz? Anadolu’da daha ordu yok, bir şey yok, İngilizler, Fransızlar bu Yunan’ı boş bırakmazlar!” diyordu. Ama daha sonra Birinci ve İkinci İnönü’nün Mustafa Kemal tarafından kazanıldığını görünce o da dayanamayarak, M. M. grubundan aldığı davet üzerine Anadolu’ya geçerek Sakarya Savaşı’na yetişmiş ve onun kazanılmasında önemli bir rol oynamıştı.

Batı cephesi karargâhı, Akşehir’den savaş yakınlarına götürülürken istihbarat mühim bir bilgi ele geçirmişti. Bunda, Yunan komutanları arasında süregelmekte olan geçimsizlik anlatılıyor, cephede birinci kolordu komutanı olan Trikopis’le ikinci kolordu komutanı general Diyenid’in arasının açık olduğu bildiriliyordu. Raporu, Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya ben götürmüştüm. Dikkatle okuduktan sonra:
– İşte bu iyi bir haber, dedi ve karargâh Kocatepe’ye doğru kademeler halinde yola çıkarıldı.
Ben, ikinci kademe ile hareket etmek üzereydim ki, Başkumandanın:
– Nuri Bey! Diye seslendiğini duydum. Yanlarına gittiğim zaman:
– Nuri, sen burada kal, telgrafhaneyi hemen emrine al, hiçbir tarafa bir haberin sızmasına engel ol. Gelen haberleri de özel ulakla bana ulaştırırsın! buyurdular.

Telgrafhaneyi hemen üçüncü şube müdürü Rasim Bey’le beraber emrimize aldık. Taarruzun başlamasından 30 Ağustos’a kadar, telgraf memurlarını evlerine bile göndermedim. Yemeklerini yanımızda yiyorlar, tuvalete bile nöbetçi yanında gidiyorlardı. Herkes bu sessizlikten şüphelenmişti. Sık sık Meclis’ten arıyorlar, Başvekil Rauf Bey, Dâhiliye Vekili Adnan Bey, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istiyor, aralıksız olarak nerede olduklarını soruyorlardı. Ben de verdiğim cevapta:
– Efendim, Başkumandan birliklerle beraber teftişteler, gibi sözlerle oyalamaya çalışıyordum.
27 Ağustos’ta, Rauf Bey, çok kızgın olarak telgraf başında:
– Nuri Bey, ne oluyor? Herkes merakta, burada türlü rivayetler dolaşıyor… diye çıkışmıştı.
Ben de cevap olarak:
– Efendim, cepheden top sesleri geliyor… dedim.

Oysa, ben Akşehir’deydim. Cepheden gelen top sesleri burada duyulamazdı. Taarruz da başlayalı iki gün olmuş, düşmandan bir hayli yer kazanılmıştı. Ertesi gün Rauf Bey heyecanla tekrar sordu. Ben bütün bu konuşmaları Başkumandana ulaştırıyor, aldığım bilgiye göre cevap veriyordum. Ertesi gün yine “Cepheden ne haber?” diye sorunca da:
– Top sesleri uzaklaşıyor, derinden geliyor, diyerek endişelenecek bir şeyin olmadığını ve sevinecek haberlerin yakında kendilerine ulaştırılacağını bildirdim.

1 Eylül’de ise Başkumandan imzasıyla Meclis’e şu teli çektim: “Garp Cephesi’nde 26 Ağustos’tan beri başlayan taarruzumuz, Afyonkarahisar- Altıntaş-Dumlupınar arasında büyük bir meydan savaşı halinde beş gün, beş gece devam etti. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının kahramanlığı, zaferimizin sağlanmasını mümkün kıldı. Zalim ve mağrur bir düşmanın asıl kuvvetlerini, akıllara dehşet verecek kat’iyetle imha etti. En büyük kumandanından, en gençlerine kadar ordularımızda hâkim olan fikir, milletinin gösterdiği vazife uğrunda, hayatını bile seve seve vermektedir. Bunu muharebe meydanında görerek büyük milletime haber veriyorum.”

Bu teli çektikten sonra Akşehir’de görevimin bittiğini anladım. Cephe ilerlemiş, düşman tamamen çözülmüştü. Yeni bir vazife almak için Başkumandanlık karargâhına doğru hareket etmiştim. Uşak’a geldiğim zaman, buranın esirlerle dolduğunu ve her tarafın yanmakta olduğunu üzüntüyle gördüm. Kendiliğimden Uşak mevki komutanlığı görevini üzerime aldım. Esirlerin barınma, yedirme ve ordunun ikmal işleriyle uğraşıyordum ki, bir gün Yunan Başkumandanı Trikopis’ten Fransızca yazılmış bir mektup aldım:
“Uşak Mevki Kumandanlığına;
Dün, yetkili bir Türk subayından, Uşak’ta bulunan ve Ankara’ya gönderilecek olan esir Yunan subaylarının Uşak’tan Polatlı’ya kadara yaya gideceklerini öğrendim. Bu esir subayların savaş yüzünden yorgun bulundukları ve bugünkü durum dolayısıyla, gıda azlığı sonucu, düşkün ve halsiz oldukları, ne kaput, ne battaniyeleri ve ne de ayakkabıları bulunduğu ve olanlarının da pek fena halde oldukları ve birkaç kilometre yürüdükten sonra ayaklarında bir şey kalmayacağının göz önünde bulundurulması lazımdır. Bu kadar uzun mesafenin bu şartlar altında gidilmesi, esir subaylardan birçoğunun hayatını tehlikeye sokacaktır.
Yukarıda sıraladığım hususların giderilmesi için gereğinin yapılmasını rica ederim. Bence ihtiyacı olanlara elbise ve ayakkabı verilmesi doğru olur.
Gerek hasta ve gerek pek halsiz olanlarının götürülmesi için araba ve diğer araçlardan faydalanmaları lazımdır. Belirttiğim şartlar altında bulunan esir subayların hayatlarını tehlikeye sokacak surette götürülmemeleri ve gerekli tedbirlerin alınmasına dikkatinizi çekmeyi lüzumlu bulurum.
General Trikopis”

Yazıyı dikkatle okumuş, hayretler içinde kalmıştım. Tüylerim diken diken olmuştu. Bütün memleketim yanıyordu. İhtiyarlardan çocuklara kadar geçtikleri her köyün insanlarını yakıp, evlerini yıkan, kadınların ırzına geçen, camileri tahrip eden bu insanlar, bu halden utanmadan, bir de benden subayları için binecek araba istiyorlardı. Onları bu memlekete kim davet etmişti? Afyon’dan Polatlı’ya kadar nasıl gelmişlerdi? Bunları ne çabuk unutmuşlardı? İçimden kopan isyanla bu küstah generale dersini vereyim, dedim. Ve kendisini çağırtarak:
– Esir Yunan subaylarının teslim oldukları dakikadan itibaren Türk ordusu subayları tarafından ne derece yakın bir ilgi ile karşılandığını ve ne kadar iyi şartlar altında barındırılıp, bakıldığını herhalde görüyorsunuz. Uşak’ın yanmayan evlerinin en iyileri bile esirlere ayrılmıştır. Altlarına verilen yataklar ve yorganlar da diri diri yakılan ve öldürülen ailelerin sağ kalanları tarafından, Türkler’e yakışan bir cömertlik ve insanlıkla sizlere gönderilmiş olanlardır. O zavallılar, bu kadar acı içerisinde inlerken, esir Yunan subayları, dün ateşe verdikleri bu memleketin yanmasını, pencerelerde seyretmekle memnundurlar! Daha ne yapalım? Tahribatınız yüzünden demiryolu nakliyatı imkânsız hale gelmiştir. Ümit ediyoruz ki iki gün sonra sizi Afyon doğusundaki Çay istasyonuna kadar trenle gönderebileceğiz. Oradan yaya yürümeye mecbur olan küçük rütbeliler, Biçer istasyonuna kadar yürüyecekler. İcap edenlere de bu üç günlük kara yürüyüşü için orduya cephane götürme işinden artacak fedakâr ve zavallı köylünün arabalarından bir kısmını ayıracağız. Sekiz yaşındaki kız çocukları bile arkasına cephane taşıyacak. Ordumuzu Akdeniz kıyılarında bekleyenlerini kavuşturmaya çalışırken ve Batı Anadolu halkından sağ kalabilenler, yaptığınız dayanılması güç vahşetin matemiyle kavrulurken, size bu lütufkârlığı hangi millet gösterebilir? Savaş alanında ve bu harabeler arasında esirleri yeniden giydirmek imkânı yoktur. Bunlar ancak gerilerde yapılabilecektir. Çok muhtaç olanları elbette düşüneceğiz. Birkaç doktorumuzu esirlerin sağlığı ile görevlendirdik. Bu, bizim insanlık görevimizdir. Fakat bir yıl evvel Uşak’tan Sakarya’ya kadar yaya yürüyen ve orada başarıya ulaşamadan, bu kadar yolu tekrar geriye dönerek yürüyen subaylarınızın, bu kadar tahammülsüz ve yorgun olduklarını iddia etmeniz, hakikatten uzak olsa gerektir. Çağırılmadıkları halde gelerek, memleketimizi tahrip etmekte pek ileri giden Yunan ordusu subayları için karadan üç günlük yürüyüşe dayanamayacaklarını iddia etmek, gülünç olacaktır. Hatırlayınız ki şu dakikada henüz esir olmayan subaylarınız, verdiğiniz emirlere uyarak köy ve kasabalarımızı yakmakla meşgullerdir.

Fransızca olarak kendisine söylediğim bu sözleri dinleyen Trikopis, utançtan kıpkırmızı olarak dudaklarını ısırmış, önüne bakarak geri dönmek zorunda kalmıştı.

Türk gençliğine bu milli günleri hatırlatarak onların sapık ideolojilerden korunmasını sağlamak isterim.

[*] E. Korgeneral Nuri Berköz, “Büyük Taarruzun Hatırlattıkları”, Hayat Tarih Mecmuası, Yıl: 8, Cilt: 2, Sayı: 7 (1 Ağustos 1972), Sıra No: 91, Doğan Kardeş Matbaacılık Sanayii A. Ş. Basımevi, İstanbul, s. 21-24

About drkemalkocak

Eğitimci-Bürokrat-Akademisyen olmasına rağmen cehlini bir türlü gideremeyen ama suyu aramaktan yılmayan-Bu su Fuzulî'nin "Su Kasidesi"ndeki sudur... 01.07.1953’te Ankara / Şereflikoçhisar / Sarıyahşi’de doğdu.. Sarıyahşi İlkokulunu ( 1965 - 1966 ), Şereflikoçhisar Ortaokulunu ( 1968 - 1969 ), Ankara Erkek İlköğretmen Okulunu ( 1971 - 1972 )bitirdi. 15.11.1972’de Ankara / Keskin / Karafakılı Köyü İlkokulu Öğretmeni olarak Devlet memurluğuna başladı. Kırıkkale / Yahşihan /Namık Kemal ve Karacaali Köyü ilkokullarında Sınıf Öğretmenliği yaptı. Askerliğini er öğretmen olarak yerine getirdi. Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilgiler Bölümünü ( 27.09.1978 ) bitirdi. 25.03.1982’de Ankara / Namık Kemal Ortaokulu Sosyal Bilgiler Öğretmenliğine başladı. Kırıkkale / Hasandede Orhan Demirhan, Kırıkkale Ticaret ve Aydınlıkevler liselerinde Sosyal Bilgiler ( Tarih ) Öğretmenliği yaptı. Millî Eğitim Bakanlığınca yapılan seçme sınavını kazanarak 8 ay süreli İlköğretim Müfettişliği Hizmet içi Eğitim Kursunu tamamlayıp Eskişehir İlköğretim Müfettişliğine atandı. 06.09.1983 - 22.03.1985 tarihleri arasında İlköğretim Müfettişliği görevini yürüttü. Eskişehir İlköğretim Müfettişliğinden Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü Şube Müdürlüğüne atandı. Millî Eğitim Bakanlığı merkez teşkilâtındaki şube müdürlüğü görevine 22.03.1985’te başladı. İlköğretim Genel Müdürlüğünde Teftiş ve Değerlendirme, Disiplin, Mevzuat, Program ve Yayımlar, Araştırma ve Plânlama şube müdürlükleri görevinde bulundu. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Eğitimi Ana bilim Dalı Tarih Eğitimi Bilim Dalında lisans tamamladı (16.02.1987). Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Ana bilim Dalında yüksek lisans ( master ) yaptı ( 21.02.1991). Tezi “ Cumhuriyetten Günümüze Tarih Çalışmaları ve Tarih Öğretimi 1923 - 1960 “, tez danışmanı Prof. Dr. Yücel ÖZKAYA’dır. Girdiği test ve mülakât sınavlarını kazanarak ( 1987 ) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Kamu Yönetimi Lisansüstü%2
Bu yazı Uncategorized içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın