MİLLİYET DÜSTURLARI-1

Bilirsiniz, din ve milliyet fikri, iki kader fikirdir. Din ve milliyet fikri, en büyük inkılâplara sebep olmuştur. Dağınık gönülleri, dağınık iradeleri bir araya getirerek onlara muayyen bir istikamet, muayyen bir hedef vermiştir. Ruhlarda gizli olan kudretleri uyandırmış, tutuşturmuş, taraf taraf silâhla devirmiş, kırmış, dağıtmış ve aşkla yeniden toplamış, kurmuş ve yaratmıştır.

Din fikri ve milliyet fikri iki müthiş fikirdir. Din ve milliyet fikri beşeriyeti kendilerine mahsus olan kutuplara doğru sürükleyip götürmüştür.

Milliyetlerin doğmasında son derece yardımı dokunmuş bir hareket vardır ki buna dinî ıslâhat hareketi namı verirler. Bazı Alman müellifleri, çok haklı olarak; “dinî ıslâhat hareketi, milliyet devrinin başlangıcıdır” diye iddia ederler. Maruf bir tabir ile Reformasyon ismiyle yâd edilen bu feyizli, büyük hareket Türklerin ne kadar nazar-ı dikkatini celp etse yeridir. Çünkü inanırım ve iddia ederim ki, lüzumsuz derecede uzayan bir buhrandan, keşmekeşten sonra, biz de dönüp dolaşıp bu Reformasyon hareketini tetkik etmeye ve ondan çıkabilecek derslerden istifade etmeye muhtaç olacağız, mecbur olacağız.

Avrupa milletlerinin uyanmasına büyük nispette yardım eden, bu din hareketi, Protestan milletlerin Roma ile alâkalarını kesmeye sebep oldu. Mabede ana dilleri girdi, çünkü Cenab-ı Hakk’ın Lâtince’yi Almanca’dan İngilizce’den daha iyi anladığına veya daha fazla sevdiğine dair bir iddianın gülünç olduğunu anladılar. Merasime boğulmuş dine, sadelik soktular, papazlığın, züht ve itikâf hayatı olmasına nihayet verdiler. Bu hareket içinde bizi en fazla alâkadar edecek cihet şüphesiz ana dilin mabede sokulmasıdır.

GİRİŞ

Yirminci yüzyıl Türkiye’sinde milliyetçilik çalışmalarının sosyal bir hareket ve edebî bir akım halini almasında, bu hareketlere merkezlik yapmış Türk Ocakları’nın büyük bir vazife gördükleri bir hakikattir. Ocaklarda görev alan Türk ediplerinden bir kısmı gençlik üzerinde yazılarıyla etkili olurken diğer bir kısmı da kuvvetli söz söyleyişleriyle aynı millî heyecanı alevlendirmek ve yaymak için çalışıyorlardı. Ziya Gökalp’in sessiz ve sakin sohbetleri yanında Mehmet Emin’in ve daha bazı Ocaklıların gür bir sesle Türk Milliyetçiliği için konuşup Türkçülük heyecanını terennüm eden şiirler okudukları duyuluyordu. Fakat Türk Ocağı’nın yetiştirdiği hatipler içinde hayatının büyük bir kısmını ocak çalışmalarına ayıran ve kudretli hitabet kabiliyetiyle gençleri Türkçülüğün sihrine sürükleyen, hizmeti unutulmaz sanatkâr, Hamdullah Suphi Tanrıöver’dir.

Hamdullah Suphi, yetiştirdiği fikir ve sanat adamları ile tanınmış bir ailenin çocuğudur. Büyük babası, Tanzimat devrinin edebiyat ve devlet adamlarından Abdurrahman Sami Paşa, babası yine aynı devir tarihçilerinden ve yine muhtelif nazırlıklarda bulunmuş Suphi Paşadır. Tanzimat ediplerinden Sami Paşazade Sezai Bey, Hamdullah Suphi’nin amcaları arasındadır.

Hamdullah Suphi, 1886’da İstanbul’da doğmuş, Numüne-i Terakki mektebinde ve Galatasaray Sultanisinde okumuştur.  Lise öğrenimi döneminde Türk şairlerinden en çok Namık Kemal’i sevmiş, hatta çocukluk yaşlarında Namık Kemal için şiirler yazmıştır. 1908 inkılabını takip eden yıllarda bir taraftan Fecr-i ati toplantısına katılmış ve bu zümre arasında önce bir şair olarak tanınmıştır. Diğer taraftan muallimlik mesleğine başlamış, Ayasofya rüştiyesinde, İstanbul Darülmuallimini’nde muallimlik yapmıştır.

1902’de 766 numaralı üye olarak Türk Ocağı’na katılan Hamdullah Suphi, bir taraftan Ocak idare heyeti reisi, bir taraftan da canlı ve ateşli hitabeleriyle bu Ocak’ta gelişen Türk Milliyetperverliğinin gür ve temiz sesi olmuştur. Ocak reisliğini 20 yıl süre ve başarı ile yöneten hatip, bir aralık İstanbul Darülfünunu’nda “İslâm-Türk Sanayi-i Nefisesi” müderrisliğine getirilmiştir. Daha sonra Meclis-i Mebusan’da ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk toplantısında Saruhan Milletvekili olarak yer almış, Maarif Vekili [14.12.1920-20.11.1921] olmuş, Büyük Zafer’den sonra İstanbul’dan milletvekili seçilerek yeniden Maarif Vekilliğine [04.03.1925-19.12.1925] getirilmiştir. Hamdullah Suphi, 1946’ya kadar on üç yıl boyunca Bükreş sefirliğinde bulunduktan sonra, 1946’da yeniden İstanbul Milletvekili seçilmiş, 10 Haziran 1966’da vefat etmiştir.

Edebi hayata, vatan ve millet sevgisi heyecanlarıyla terennüm edilmiş güzel ve imanlı şiirlerle atılan Hamdullah Suphi’nin ilk şiirleri önce Sezai Bey tarafından Paris’te ve İstanbul’da çıkarılan “Şuray-ı Ümmet” gazetesinde, daha sonra Musavver Muhit ve Servet-i Fünun mecmualarında yayımlanmıştır. Fakat onun milliyetçilik ve millî edebiyat cereyanına en büyük hizmeti Türk Ocağı’ndaki verimli ve enerjik çalışmalarıyla gerçekleşmiştir. İstanbul Türk Ocağı’nda toplanan gençlere:

Aziz Ocaklı, milletinin tarihinden bir vazife aldın ve birbirinden daha yüksek tepelere doğru yepyeni bir resul dünya ve imaniyle çıkıyorsun. Genç kalbine büyük bir aşk sünîh [hatıra gelme, içe doğma, çıkma, zuhur etme] etmiştir. Sen, Türk vatanı üstünde aşkın timsalisin, aşkın yani arzın tanıdığı en büyük, en yaratıcı kuvvetin timsalisin. Yokuşları tırmandıkça, ufkun genişledikçe unutulmuş bir âlemi hayran gözlerinle tekrar buluyorsun.

Aziz Ocaklı, sen Türk’ün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicdanısın!”

Gibi haykırışlarla hitap eden Hamdullah Suphi, Türk gençlerine, Türklük uğrunda daima yükselen bir “Dağ yolu”nda bulunduklarını haber vermiştir. Daima gür, ahenkli ve tannan [tınlıyan, çınlayan] bir sesle konuşan Hamdullah Suphi, millî edebiyat cereyanının belki en hareketli ve en heyecanlı ediplerinden biriydi. Berrak, çekici ve inandırıcı söyleyişleriyle 1912-1920 yılları arasındaki millî heyecanın dili ve kalbi oluyor, gençler üzerinde kuvvetli tesirler bırakıyordu.

Türk Ocaklarında söylediği hitabelerden toplanmış eserini “Dağ Yolu” adıyla 1928’de ve ikinci cildini 1931’de yayımlamıştır. Yine millî heyecanla süslenmiş ve muhtelif mecmua ve gazetelerde yayınlanmış makalelerinden meydana gelen diğer bir eserini de “Günebakan” adıyla 1929’da yayımlamıştır. Bu kitaplarda toplanan yazılar, tarihe gizlenen Türk’ü, yaşayan Türk’e tanıtmak ve Türk gençliğine Türk milletinin hürriyeti ve saadeti için çalışmak yolunda kuvvetli telkinler ve örneklerle süslü ve milli edebiyatımızın gür sesli yazıları arasındadır.

Hamdullah Suphi’nin, Cumhuriyet yıllarındaki hayatı daha çok idarî ve siyasî vazifelerle geçmiştir. Bu arada onun bir nevi siyaset edebiyatı denilebilecek ölçüde ve Türk milletinin komşularıyla olan siyasî-tarihî münasebetlerini aydınlatacak mahiyette, tetkike ve iyi görüşlere dayanan ve 1946 yılında Vatan gazetesinde yayımlanan bir kısım konuşmaları da önemle hatırlanmalıdır. [1]

Hamdullah Suphi Tanrıöver’in, 15 Kânunuevvel [Aralık] 1922’de Ankara Öğretmenler Derneği’nde verdiği konferans “Milliyet Düsturları” başlığı altında Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nin 19, 20, 21, 22, 24, 25 ve 26 Aralık 1922 tarihli nüshalarında yayımlanmıştır:

Milliyet Düsturları”, Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Dağ Yolu 1 (Haz.: Dr. Fethi TEVETOĞLU), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1000 Temel Eser Dizisi 130, Sevinç Matbaası Ankara 1987, s. 131-154’te yayımlanmıştır.

Hamdullah Suphi TANRIÖVER’in, Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi’nde yayımlanan “Milliyet Düsturları” başlığı altında yayımlanan konferansını, yedi bölüm halinde çevrimyazı olarak sunuyoruz.  Gazetede yayımlanan metin ile Dağ Yolu 1, s. 131-154’te yayımlanan metin arasında farklılıklar bulunmaktadır. Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlanıp Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Dağ Yolu 1 (Haz.: Dr. Fethi TEVETOĞLU)’de yer verilmeyen paragraflar [*] dip notu/işareti ile gösterilmiştir.

Biz, Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yayımlanan metni esas aldık ve Dağ Yolu 1’den kontrol ettik.

—***—

MİLLİYET DÜSTURLARI-1

—***—

Fikirden daha büyük kuvvet yoktur, fikre karşı çıkabilecek kuvvet diğer bir fikirden ibarettir.

—***—

-1-

Müderris Hamdullah Suphi Beyin geçen Cuma [15 Kânunuevvel 1922]  Muallime ve Muallimler Derneği’nde vermiş oldukları konferans:

Arkadaşlar;

Milliyet bahsi, Şark için, hususiyle Türkler için yepyeni bir şeydir. Bu fikir etrafında muarız ve muvafık birçok cereyanlar hâsıl oldu. Milliyet fikri evvela birkaç kişinin şahsî akidesi hâlinde iken, inkişaf ederek edebiyatımıza, siyasetimize, idaremize, iktisadımıza, içtimaiyatımıza, hayat felsefemize hatta son mücadelemize hâkim oldu. Ve içimizde, yani ruhumuzda ve memleketimizde evvelce tanımadığımız yeni bir âlem doğmasına sebep oldu.

Bugün istiyorum ki, milliyet fikrinin nasıl doğduğuna, Avrupa ve Asya milletleri arasında nasıl bir seyir tâkip ettiğine, birçok imparatorluklar gibi Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasında ve yıkılmasında, nasıl müessir olduğuna dair beraberce bir tahlilde bulunalım.

Din ve milliyet fikri iki kader fikirdir

Bilirsiniz, din ve milliyet fikri, iki kader fikirdir. Din ve milliyet fikri, en büyük inkılâplara sebep olmuştur. Dağınık gönülleri, dağınık iradeleri bir araya getirerek onlara muayyen bir istikamet, muayyen bir hedef vermiştir. Ruhlarda gizli olan kudretleri uyandırmış, tutuşturmuş, taraf taraf silâhla devirmiş, kırmış, dağıtmış ve aşkla yeniden toplamış, kurmuş ve yaratmıştır.

Din fikri ve milliyet fikri iki müthiş fikirdir. Din ve milliyet fikri beşeriyeti kendilerine mahsus olan kutuplara doğru sürükleyip götürmüştür.

Fikir kuvvetlerin en büyüğüdür. Fikirden daha büyük kuvvet yoktur. Bir fikre karşı çıkabilecek kuvvet yine ancak diğer bir fikirdir. Din ve milliyet fikri bazen birbirine muarız, bazen birbirine muvafık düşmüştür.  Dinin yaptığı terkip ve tevhit hareketine karşı, milliyet tahlil ve taksim eden bir hareketle meşgul görünür. Birinin çok kucaklayarak zayıf kucakladığı kitleleri, o ayrı ayrı takviye eder, her parçayı kendine kifayet edecek bir rüşte eriştirir, sağlar, diriltir ve yükseltir.

İlk görüşte yekdiğeriyle barışmaz gibi duran din ve milliyet fikri birçok defalar, sırası geldikçe arz edeceğim, birçok defalar, yekdiğerine en büyük yardımları temin etmişlerdir. Bizde milliyet cereyanı, milliyet fikrinin bizim aramızda doğması, itiraf edelim, pek çok geçtir. Fakat iddia edebiliriz, hiçbir millet arasında milliyet cereyanı bizde olduğu kadar süratle inkişaf etmemiş ve tesirleri yoktur. Bizde göründüğü kadar büyük ve derin olmamıştır.

Tabiatın hakikatleri gibi ruhun hakikatleri de ilmin ışığı altında tahlil edilmelidir. Eğer arzın üstünde çok uzun asırlardan beri devam eden bir varlığa rağmen, bazen kendisini bulan, bazen kendisini unutan milletimiz, bu defa bir Türk milleti, bir Türk devleti namıyla kendi hakkı, kendi davası, kendi iradesi ve kendi şuuru ile ortaya çıkıyorsa, biz, bu yeni davaya vesile olan fikri, en doğru görünüş ve en derin sezişle anlamalı, tanımlamalı, ta ki onun etrafında söylenen sözler, şahsî hükümlerden, indî içtihatlardan, hatalardan, dalâletlerden ibaret olmasın.

Efendiler! Milletlerin ve milliyetlerin doğmasında dâhilî ve haricî mücadelelerin, tehlikelerin ne büyük bir ehemmiyeti vardır, takdir edersiniz.

Biz, milliyeti teşkil eden esasları birer birer gözden geçirmeden evvel, çok geriden ve çok uzaktan bir misal alacağız. Aynı sebeplerin binlerce seneden beri nasıl değişmez ve şaşmaz bir surette daima aynı netayici verdiğini görmek için bu misalden bir fayda umuyorum.

Eski Yunanistan’da, bugünkü Avrupa medeniyetinin doğmasında eski Roma ile Roma’dan fazla en büyük mürebbi hizmetini gören eski Yunanistan’da, bizim bugünkü telakkimize göre, milliyet fikrine tesadüf edilmez.

Her dağın tepesinden, her tepenin üstünden kendi vatanının hudutlarını ve düşman memleketini görmek imkânına mâlik olan eski Yunanlının zihninde, bizim kalplerimizde yaşayan büyük, engin ve mücerret vatan mefhumuna benzer bir şey yoktur. Eski Yunanistan’ı vücuda getiren müstakil şehirler, birbirine karşı düşmandı. Eğer iki şehir ittifak ederse mutlak bir üçüncüsüne hasımdı. Ben, bu ittifakların ve bu husumetlerin tarihçesini arz edecek değilim.

Eski Yunan şehirlerinin aralarındaki mücadeleler için tahsil senelerimizin hâtıraları bile kifayet eder. Yalnız bir hâdise, yekdiğerine karşı daima bir tehlike teşkil eden bu rakip şehirlerin, bu muhalif ve düşman ordugâhlara ayrılmış, Yunanlı halkın vahdetini duymasına; bir edebiyat, bir sanat, bir menşe, bir din ve bir idman hayatından doğma müşterek hassasiyet içinde birliğini idrak etmesine kifayet etti. O hâdise, haricî tehlikedir. O hâdise, Yunan topraklarını istilâya gelen Acem ordularının vücuda getirdiği korkudur.

Denilebilir ki Acem tehlikesinden itibaren Yunanlılar, birliklerinin sırrını kendi ruhlarının içinde keşfetmeye muvaffak oldular. Bilmiyorum, bu haricî tehlike kaydını ve yabancı milletten gelen esaret korkusunu eski yeni hangi mazlum milletin rüşte vasıl olmasında en belli başlı sebep diye yâd etmeden geçebiliriz?

Eski Roma’da milliyet

Eski Roma’da milliyet var mıdır? Eski Roma’da eczası ayrı ayrı olan şuursuz milliyetler vardı. Fakat asıl Roma milliyeti yoktu. Devlet her şeyi yutmuştu ve bu devlet içinde ferde ve milliyete ehemmiyet veren görülmezdi. Kanun lisanı, edebiyat lisanı, Romalılar bunların içinde idi.

Kurun-ı Vusta’da yeni milletler doğuyor

Kurun-ı Vusta’dır ki, mücadele ile fütuhatla, dinle kavimleri, kabileleri birbirine karıştıra karıştıra yeni enmuzeçleri [toplulukları], yeni milletleri vücuda getirmiştir. Kurun-ı Vusta, Avrupa’da bir karışma ve kaynaşma ve erime devri açarak, kavimlerin arasındaki nihayetsiz tenevvu belli başlı enmuzeçler etrafında toplayarak, şimdi isimleri; o kadar umumî bir şöhrete mâlik olan büyük milletleri hâsıl etti.

Bugünkü Fransa, İtalyan, İspanyol, Alman ve İngiliz milletleri daha o zaman vücut değildiler. Bugünkü büyük milletlerin topraklarında mizaçlar çarpıştı, lehçeler ve lisanlar çarpıştı ve nihayet uzun bir tahammürden [mayalanmadan]  sonra yeni enmuzeçler peyda oldu. Goluvalardan, Romalılardan, Franklardan, Bürgontlardan bir Fransız; Araplardan, Cermenlerden, Basklardan bir İspanyol milleti hâsıl oldu. Bugünkü Garp milletleri en büyük ekseriyetle Arî ırkına mensup oldukları hâlde biz, Kurun-ı Vusta’nın, terkip ve tedahülünden [yoğurmasından]  hâsıl olan ve aralarında bu kadar büyük farklar görülen şimdiki millet örnekleri karşısındayız. Demin size üç beş kelime İspanya’dan bahsettim. Emin olabilirsiniz ki Araplar, kesilmeyen bir teselsülle [zincirleme halkalarla]  hâlâ Endülüs topraklarında yaşıyorlar. İşbiliye’de, Araplar zamanında döşenmiş sokak çakıllarının üstünde, ciddi, Araplar zamanında dikilmiş hurma ağaçlarının gölgesinde yürüyen, Arap’a, yine tesadüf edersiniz. Onun sık uzun kirpikleri arasında simsiyah, derin kadife gözlerini, Samî ırklara mahsus ince, zarif yüzünü derhal ayırabilirsiniz. Bu Arap, ateşin bir İspanyoldur ve en mutaassıp bir Katoliktir. Çünkü ırkî, teşrihî [bedenî]  vasıflarını saklamakla beraber, manevî harsî vasıflarını tamamı ile değiştirmiştir. O Arap, en mükemmel bir İspanyoldur.

Dinî ıslâhat hareketi

Fakat Efendiler, milliyetlerin doğmasında son derece yardımı dokunmuş bir hareket vardır ki buna dinî ıslâhat hareketi namı verirler. Bazı Alman müellifleri, çok haklı olarak; “dinî ıslâhat hareketi, milliyet devrinin başlangıcıdır” diye iddia ederler. Maruf bir tabir ile Reformasyon ismiyle yâd edilen bu feyizli, büyük hareket Türklerin ne kadar nazar-ı dikkatini celp etse yeridir. Çünkü inanırım ve iddia ederim ki, lüzumsuz derecede uzayan bir buhrandan, keşmekeşten sonra, biz de dönüp dolaşıp bu Reformasyon hareketini tetkik etmeye ve ondan çıkabilecek derslerden istifade etmeye muhtaç olacağız, mecbur olacağız. [1, 2]

Avrupa milletlerinin uyanmasına büyük nispette yardım eden, bu din hareketi, Protestan milletlerin Roma ile alâkalarını kesmeye sebep oldu. Mabede ana dilleri girdi, çünkü Cenab-ı Hakk’ın Lâtince’yi Almanca’dan İngilizce’den daha iyi anladığına veya daha fazla sevdiğine dair bir iddianın gülünç olduğunu anladılar. Merasime boğulmuş dine, sadelik soktular, papazlığın, züht ve itikâf hayatı olmasına nihayet verdiler. Bu hareket içinde bizi en fazla alâkadar edecek cihet şüphesiz ana dilin mabede sokulmasıdır. [*]

—***—

DİPNOTLAR

(*) (Emekli) Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, mkemalkocak@gmail.com, drkkocak@gmail.com

[*] Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlanan bu paragrafa, Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Dağ Yolu 1(Haz.: Dr. Fethi TEVETOĞLU)’de yer verilmemiştir.

[1] Hâkimiyet-i Milliye, 19 Kânunuevvel 1338 (1922), No: 690, s. 2, sütun: 1-2

[2] Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Dağ Yolu 1 (Haz.: Dr. Fethi TEVETOĞLU), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1000 Temel Eser Dizisi 130, Sevinç Matbaası Ankara 1987, s. 131-135

About drkemalkocak

Eğitimci-Bürokrat-Akademisyen olmasına rağmen cehlini bir türlü gideremeyen ama suyu aramaktan yılmayan-Bu su Fuzulî'nin "Su Kasidesi"ndeki sudur... 01.07.1953’te Ankara / Şereflikoçhisar / Sarıyahşi’de doğdu.. Sarıyahşi İlkokulunu ( 1965 - 1966 ), Şereflikoçhisar Ortaokulunu ( 1968 - 1969 ), Ankara Erkek İlköğretmen Okulunu ( 1971 - 1972 )bitirdi. 15.11.1972’de Ankara / Keskin / Karafakılı Köyü İlkokulu Öğretmeni olarak Devlet memurluğuna başladı. Kırıkkale / Yahşihan /Namık Kemal ve Karacaali Köyü ilkokullarında Sınıf Öğretmenliği yaptı. Askerliğini er öğretmen olarak yerine getirdi. Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilgiler Bölümünü ( 27.09.1978 ) bitirdi. 25.03.1982’de Ankara / Namık Kemal Ortaokulu Sosyal Bilgiler Öğretmenliğine başladı. Kırıkkale / Hasandede Orhan Demirhan, Kırıkkale Ticaret ve Aydınlıkevler liselerinde Sosyal Bilgiler ( Tarih ) Öğretmenliği yaptı. Millî Eğitim Bakanlığınca yapılan seçme sınavını kazanarak 8 ay süreli İlköğretim Müfettişliği Hizmet içi Eğitim Kursunu tamamlayıp Eskişehir İlköğretim Müfettişliğine atandı. 06.09.1983 - 22.03.1985 tarihleri arasında İlköğretim Müfettişliği görevini yürüttü. Eskişehir İlköğretim Müfettişliğinden Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü Şube Müdürlüğüne atandı. Millî Eğitim Bakanlığı merkez teşkilâtındaki şube müdürlüğü görevine 22.03.1985’te başladı. İlköğretim Genel Müdürlüğünde Teftiş ve Değerlendirme, Disiplin, Mevzuat, Program ve Yayımlar, Araştırma ve Plânlama şube müdürlükleri görevinde bulundu. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Eğitimi Ana bilim Dalı Tarih Eğitimi Bilim Dalında lisans tamamladı (16.02.1987). Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Ana bilim Dalında yüksek lisans ( master ) yaptı ( 21.02.1991). Tezi “ Cumhuriyetten Günümüze Tarih Çalışmaları ve Tarih Öğretimi 1923 - 1960 “, tez danışmanı Prof. Dr. Yücel ÖZKAYA’dır. Girdiği test ve mülakât sınavlarını kazanarak ( 1987 ) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Kamu Yönetimi Lisansüstü%2
Bu yazı Uncategorized içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın