MİLLİYET DÜSTURLARI-6

Hazırlayan: Yard. Doç. Dr. Kemal KOÇAK (*)

Lisanın, milliyetlerin doğmasında nasıl bir müessir olduğunu bize gösteren en beliğ misal, Balkanlarda Rum, Bulgar, Sırp, Ulah; Anadolu’da Rum ve Ermeni kilise ve mekteplerinin kendi aralarında ve bize karşı açmış oldukları mücadeledir. Bir kelime ile hülâsa edeyim, Garp telakkiyatına göre bizden olanlar, Şark Müslümanları ve Hristiyanları arasında mevcut telakkiyata göre, bizden ayrılarak, kendilerine asla benzemediklerini derhal fark edebilecekleri birtakım milletlerin topraklarına gidiyorlar. Milliyet duygularını duymakta çok geciktik, milliyet esaslarını anlamakta çok geri kaldık! Yollarımızı gördük, fakat memleket yangınlarının ışığında!

Efendiler! Bir defa daha kendi Türkçemize dönelim. Biz Türk lisanının bir yeni doğuşuna şahit oluyoruz. Türk lisanı kendini eriten sahte süslerden, ağacına dolanan boğucu sarmaşıklardan sıyrılarak, karanlığın ağarması gibi açıklığa, çıplaklığa, güzelliğe, aydınlığa doğru gidiyor.  Irak hudutlarında, Kafkas ve İran Azerbaycanlarında Acemce ve Arapçaya karşı Azeri Türkçesinin sihri içinde hudut bekçiliği eden Fuzulî’yi unutabilir miyiz? Acemceyi nisyandan söküp çıkaran, Acem mefahirini anlatarak Acem milliyetini hülleden saklayan büyük Firdevsî’nin mekteplerde okunan lisanına mukabil, mektepsiz İran Türklerini anavatana, Türk diline çeken büyük Fuzulî’yi unutabilir miyiz?

—***—

Hamdullah Suphi Bey’in konferansından mabad [devam] :

Lisanımız sahte süslerden, ağacına dolaşan boğucu sarmaşıklardan sıyrılarak karanlığın ağarması gibi açıklığa, güzelliğe ve aydınlığa doğru gidiyor.

—***—

-6-

Dokuz asırdır, Asya içlerinden ve Avrupa’dan gelen mütemadi hücumlara karşı, koskoca imparatorluğun her köşesinde sayısız isyanlara karşı, harp eden Türklüğün kuvvet ve kesretini yalnız temsil ile izah etmek mümkün değildir. Selçuk ve Osmanlı saltanatlarının istinat ettiği kesif Türklük tabakalarını anlamak için, daha evvelki muhaceretlere inanmak lâzımdır. Bunun içindir ki Garpte, Anadolu’ya gelen Türk akının milâttan üç bin sene evvele kadar çıkaran yeni nazariyelere tesadüf ediyoruz. Bunun içindir ki, Osmanlı tarihinin başında, Hristiyanlık isimlerini muhafaza ederek yalnız lisanın,  terbiyenin vücuda getirdiği vahdete istinat ederek Türklerle beraber Rumluğa karşı gaza eden ve Hristiyan Türk oldukları muhakkak olan Gazi Mihal’lara, Gazi Evrenos’lara rast geliyoruz. Bizans kayserlerinin kendi hudutları dâhilinde hükümran oldukları zamanlarda, Rum olmayan anasırı Rumlaştırmak için dil ve dinle ne yapmışlarsa, Osmanlı padişahları zamanında bizim hükumetimizin zaptiyesi, memuru himayesinde Rum Patrikhanesi aynı şeyi yapmış ve azami muvaffakiyetle yüz binlerce Arnavut’u, Ulah’ı, Sırp’ı, Bulgar’ı, Türk’ü Rumlaştırmıştır.

Dil ve millet birdir, nazariyesi bütün düşüncelerinin esası olan meşihat, kubbe vüzerası ve Bab-ı Ali ve bunların fevkinde saray kendi kuvvetleriyle himaye ettiği ve emirlerini infaz ettirdiği Patrikhanenin, bir ilim ve sanat payitahtı olacak Atina, bir siyaset payitahtı olacak Kostantiniyye, bir din payitahtı olacak Kudus-i Şerif hudutları içine alacak bir Bizans İmparatorluğunu kurmak için nasıl çalıştığını elbette anlamaktan aciz kalırdı. [*]

Lisanın, milliyetlerin doğmasında nasıl bir müessir olduğunu bize gösteren en beliğ misal, Balkanlarda Rum, Bulgar, Sırp, Ulah; Anadolu’da Rum ve Ermeni kilise ve mekteplerinin kendi aralarında ve bize karşı açmış oldukları mücadeledir. Bir kelime ile hülâsa edeyim, Garp telakkiyatına göre bizden olanlar, Şark Müslümanları ve Hristiyanları arasında mevcut telakkiyata göre, bizden ayrılarak, kendilerine asla benzemediklerini derhal fark edebilecekleri birtakım milletlerin topraklarına gidiyorlar. Milliyet duygularını duymakta çok geciktik, milliyet esaslarını anlamakta çok geri kaldık! Yollarımızı gördük, fakat memleket yangınlarının ışığında!

Efendiler, Bulgar milletinin yeniden doğmasına başlangıç olan hareketi bulmak için, ne kadar evvele gitmek lâzımdır, biliyor musunuz? Tam yüz elli sekiz sene, Pezi isminde bir Bulgar papazı, Aynaroz’un her köşesi Bizans kokan, Rumluk kokan manastırları içinde, Bulgar tarihini düşündüğü vakit, Bulgarlığı yeniden milletler arasına sokacak fikri ortaya atmak için hazırlandığı vakit, nasıl gözyaşları döktüğünü müellifin kendi lisanından dinlemeli. Rum Patrikhanesi’nin cebir ve tasallutu, Rumcayı herkes için ibadet lisanı olarak tutmakta inadı, millî şuura varan ve vicdanını sevk ve idare etmeye memur olduğu halk sürülerine karşı mesuliyetini duyan asil bir ruh üzerinde nasıl asi kılan, çıldırtan bir tesir hâsıl ediyor, biz onun kaleminden çıkan satırlarda okumalıyız. Bereket versin ki, Balkanların bütün Hristiyan milletleri, birer birer kiliselerini ayırarak, Rum Patrikhanesi’nin aforozuna zerre kadar ehemmiyet vermeyerek, kuvvedeki büyük Bizans’ı daha doğmadan parçaladılar. Yoksa Patrikhane ve biz, müştereken çalışarak bütün Balkanları Rumlaştıracak ve başımıza şimdiki Yunanistan’dan üç dört misli daha büyük bir belâ çıkaracaktık. Bizi parçalayan milliyet cereyanları, aleyhimize yeniden kurulacak büyük Bizans’ı da parçaladı.

Lisan hakkında şimdiye kadar söylediklerimiz, hakikatin yalnız bir zaviyeden görünüşüdür.  Diyebilir miyiz ki lisan, her yerde aynı ehemmiyetle milliyetin belli başlı umdelerinden biridir? Gözümüzün önünde arzın en bahtiyar köşelerinden biri İsviçre’dir değil mi? Halkı ahenk ve refah içinde yaşayan bu topraklar, belli başlı üç lisan arasında taksim edilmiştir. İsviçre’nin lisan itibariyle bir Alman kısmı, bir Fransız kısmı ve bir İtalyan kısmı vardır. İsviçre’de mezhepler muhteliftir. Orada Protestanlar ve Katolikler vardır. Bu ayrı diller, bu ayrı mezhepler, bir milliyet vücuda getirmiştir. Dağlara, taşlara, derelere, göllere yani coğrafyaya izafe edilmiş bir milliyet! Müşterek mücadelelerden, müşterek tehlikelerden, müşterek tarihten ve müşterek menfaatten doğan bir idrak ile dünyanın en güzel manzaralarından gelen bir aşk birleşerek, yoğrularak İsviçrelilik dediğimiz milliyeti doğurmuştur.

Yalnız İsviçre milleti, Harbi Umumi esnasında ilk defa korkuların en müthişini vicdanında hâsıl olan bir şüphe ile duydu. İsviçre’nin her parçası, konuştuğu lisana göre Almanya’ya veya Fransa’ya karşı temayülünü hissetmeye başladı. İsviçre gazeteleri bunu sarahatle ispat ettiler.  Bu suretle anlaşıldı ki, İsviçreliliğin içinde lisan tesirleri, o derin tesirler kaybolmamıştır. Belçika’da Vallonlar ve Filaminganlar da böyle. En şaşaalı misâllerini gördüğümüz Belçika vatanperverliği, milliyetperverliği içinde iki ayrı esasa mensup olan lehçelerin farkı eriyip ortadan kalkmamıştır.

Lisanı İngilizce ve mezhebi Protestan olan ve içinde yüzlerce milleti eriten, Amerikalılaştıran müthiş Amerika milliyetine ne dersiniz? Bu da başka bir misâl, bunu anlamak için Amerika’yı İngiltere’den ayıran mücadele tarihine kadar çıkmak lâzım.

Efendiler! Bir defa daha kendi Türkçemize dönelim. Biz Türk lisanının bir yeni doğuşuna şahit oluyoruz. Türk lisanı kendini eriten sahte süslerden, ağacına dolanan boğucu sarmaşıklardan sıyrılarak, karanlığın ağarması gibi açıklığa, çıplaklığa, güzelliğe, aydınlığa doğru gidiyor.  Irak hudutlarında, Kafkas ve İran Azerbaycanlarında Acemce ve Arapçaya karşı Azeri Türkçesinin sihri içinde hudut bekçiliği eden Fuzulî’yi unutabilir miyiz? Acemceyi nisyandan söküp çıkaran, Acem mefahirini anlatarak Acem milliyetini hülleden saklayan büyük Firdevsî’nin mekteplerde okunan lisanına mukabil, mektepsiz İran Türklerini anavatana, Türk diline çeken büyük Fuzulî’yi unutabilir miyiz? [1,2]

Edebiyatımızın daracık çerçevesini kırarak tevhitler, naatlar, kasideler ve gazellerle yere göğe yalnız hayranlığını söyleyen şairlerimizi terk eden, köylerin, zenginlerin malikânesi olan şiirimize, sefaletiyle, ızdırabıyla, vatan aşkıyla ve isyanıyla bütün halkı ve milleti sokan, Namık Kemalleri, Hamitleri unutabilir miyiz? Onların geçtiği yollardan geçmeden bugüne vasıl olmak mümkün olur muydu? [*]

Bunların hepsinden sonra, Türk milleti için onun doğmuş ve doğacak bütün ruhlara doğru yükselmesine sebep olan milliyetimizin ilk mübeşşiri olan (Mehmet Emin)’i unutabilir miyiz? [*]

İtalya’da Dante, Almanya’da Arnd, Rusya’da Puşkin, Macaristan’da Petofi, Lehistan’da Mykikeviç ne ise, Mehmet Emin bizde odur. [*]

Türk dili içinde, binlerce senelerden beri sönerek, yanarak devam eden Türklük fikrini, nihayet bir ateş halinde çıkaran, Türk ufuklarına doğru yol gösterici bir meşale, bir fener gibi yükselten, onun elidir. [*]

—***—

DİPNOTLAR

(*) (Emekli) Kastamonu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi, mkemalkocak@gmail.com, drkkocak@gmail.com

[*] Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlanan bu beş paragrafa, Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Dağ Yolu 1 (Haz.: Dr. Fethi TEVETOĞLU)’de yer verilmemiştir.

[1] Hâkimiyet-i Milliye, 25 Kânunuevvel 1338 (1922), No: 695, s. 2, sütun: 1-2

[2] Hamdullah Suphi TANRIÖVER, Dağ Yolu 1 (Haz.: Dr. Fethi TEVETOĞLU), Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1000 Temel Eser Dizisi 130, Sevinç Matbaası Ankara 1987, s. 146-149

About drkemalkocak

Eğitimci-Bürokrat-Akademisyen olmasına rağmen cehlini bir türlü gideremeyen ama suyu aramaktan yılmayan-Bu su Fuzulî'nin "Su Kasidesi"ndeki sudur... 01.07.1953’te Ankara / Şereflikoçhisar / Sarıyahşi’de doğdu.. Sarıyahşi İlkokulunu ( 1965 - 1966 ), Şereflikoçhisar Ortaokulunu ( 1968 - 1969 ), Ankara Erkek İlköğretmen Okulunu ( 1971 - 1972 )bitirdi. 15.11.1972’de Ankara / Keskin / Karafakılı Köyü İlkokulu Öğretmeni olarak Devlet memurluğuna başladı. Kırıkkale / Yahşihan /Namık Kemal ve Karacaali Köyü ilkokullarında Sınıf Öğretmenliği yaptı. Askerliğini er öğretmen olarak yerine getirdi. Gazi Eğitim Enstitüsü Sosyal Bilgiler Bölümünü ( 27.09.1978 ) bitirdi. 25.03.1982’de Ankara / Namık Kemal Ortaokulu Sosyal Bilgiler Öğretmenliğine başladı. Kırıkkale / Hasandede Orhan Demirhan, Kırıkkale Ticaret ve Aydınlıkevler liselerinde Sosyal Bilgiler ( Tarih ) Öğretmenliği yaptı. Millî Eğitim Bakanlığınca yapılan seçme sınavını kazanarak 8 ay süreli İlköğretim Müfettişliği Hizmet içi Eğitim Kursunu tamamlayıp Eskişehir İlköğretim Müfettişliğine atandı. 06.09.1983 - 22.03.1985 tarihleri arasında İlköğretim Müfettişliği görevini yürüttü. Eskişehir İlköğretim Müfettişliğinden Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Genel Müdürlüğü Şube Müdürlüğüne atandı. Millî Eğitim Bakanlığı merkez teşkilâtındaki şube müdürlüğü görevine 22.03.1985’te başladı. İlköğretim Genel Müdürlüğünde Teftiş ve Değerlendirme, Disiplin, Mevzuat, Program ve Yayımlar, Araştırma ve Plânlama şube müdürlükleri görevinde bulundu. Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Eğitimi Ana bilim Dalı Tarih Eğitimi Bilim Dalında lisans tamamladı (16.02.1987). Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Ana bilim Dalında yüksek lisans ( master ) yaptı ( 21.02.1991). Tezi “ Cumhuriyetten Günümüze Tarih Çalışmaları ve Tarih Öğretimi 1923 - 1960 “, tez danışmanı Prof. Dr. Yücel ÖZKAYA’dır. Girdiği test ve mülakât sınavlarını kazanarak ( 1987 ) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Kamu Yönetimi Lisansüstü%2
Bu yazı Uncategorized içinde yayınlandı ve olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın